Yeryüzü milyarlarca yıldır dönüyor. Bu dönüş sırasında ne gökten bir el uzandı
ne de doğa, doğa olmaktan vazgeçti. Canlılık, sayısız evrimsel adımın
sonucunda bugünkü haline geldi. Fakat ne zaman evrim kuramından
bahsedilse, sanki Darwin bir din düşmanıymış gibi davranılıyor. Oysa gerçek
bambaşka: Evrim, doğayı kutsal kitaplardan bağımsız olarak anlamaya çalışan
bir bilimsel çabadır. Ne daha azı, ne fazlası.
Charles Darwin, 1859 yılında yayımladığı Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle
der: “Doğa, küçük adımlar atarak büyük değişimlere ulaşır.” Bu söz, yalnızca
biyolojinin değil, düşünce dünyamızın da temel taşlarından biridir. Çünkü
Darwin, canlıların kutsal bir tasarımla değil, doğal seçilim gibi mekanizmalarla
değiştiğini öne sürdü. Bu görüş, birçok kişiyi rahatsız etti. Neden mi? Çünkü
evrim, insanı evrenin merkezinden indiriyor, Tanrı’nın özel ilgisine muhtaç
olmayan bir canlıya dönüştürüyordu.
Bilim, gözlem ve deneyle ilerler; dogmalara değil, kanıtlara dayanır. Bugün
elimizde evrimi destekleyen devasa bir fosil arşivi, genetik veriler ve
gözlemlenmiş evrim örnekleri var. Bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç
kazanması, kuşların gagalarının birkaç kuşak içinde değişmesi, hatta insanlar
arasında görülen genetik varyasyonlar bile evrimin canlı birer kanıtı.
Peki, tüm bunlar Tanrı’yı dışlamak mı demektir? Bu sorunun yanıtı, hem
bilimsel hem de felsefidir. Bilim, doğaüstü varlıklarla ilgilenmez. Tanrı’nın
varlığı ya da yokluğu, bilimsel olarak kanıtlanamaz. Bu, onu bilim dışı yapar,
yanlış değil. Dolayısıyla bir kişi hem evrimi kabul edip hem de Tanrı’ya
inanabilir. Asıl sorun, bilimin evreni nasıl işlediğini anlatmaya çalışırken, bu
açıklamaları dini anlatılarla yarıştırmakta. Oysa bu iki alanın işlevi farklıdır:
Bilim “nasıl”ı, din ise “neden”i sorgular.
Evrim, bizi hayvanlardan ayırmak yerine, hayvanlarla olan bağımızı gösterir.
Ve belki de bu bağ, kibir yerine tevazu getirir. Belki de Tanrı, insanı topraktan
yaratmak yerine, milyarlarca yıl süren bir evrimle yaratmayı tercih etmiştir —
kim bilebilir?
Darwin’in kuramı, bilim tarihinin sadece bir dönüm noktası değil, insanın
kendine olan bakışını da değiştiren bir aynadır. O aynaya bakmak cesaret
ister. Çünkü orada ne melekler vardır ne de mucizeler. Sadece değişim,
mücadele ve tesadüflerin muhteşem koreografisi.

