Turizm, Eğitim ve Yönetim Üçgeninde Muğla
Muğla’da siyaset, kongreler, yeni seçilen il başkanları ortaya atılan iddialar derken sabah olmuş bana erken. Tombala sepetimde bugün Malta’ya ulaştım. Nasıl?
5 gün önce mailime gelmiş bir haberle. Haber ne?
“AK Parti Muğla Milletvekili Yakup Otgöz, Türkiye – Malta Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı olarak, Malta Büyükelçisi Marisa Farrugia’yı TBMM’de misafir etti.”
Evet işte bu haber aslında “aranan kan bulundu” gibi bir şey oldu benim için.
Birilerinin koltuk siyaseti halkı dün olduğu kadar ilgilendirmiyor. Beni de yazarken kasvetli bir havaya sokuyor.
Onu geçtik.
Güneş, Malta’dan doğdu bu sabah. Bu ziyaret haberinin bende düşündürdüklerine bakalım. Şu kadar ticaret hacmi, bu kadar turist gelecek yok efendim yat kat turizmi falan filan bunlar değil, benim konum. O, ziyaret haberini yazanın söylemek istedikleriymiş, söyledi ilgilisine!
Gelelim benim söylemek istediklerime…
“Muğla’nın kendi markası ne olmalı?” ya da “Yerel halk turizmin neresinde olmalı?”, ” Turizm beldelerinde belediyecilik faaliyetlerinin ülke ekonomisine katkısı nasıl olmalı?”
, “Yerel yatırımlarda sorumluluk alanları ve işbirlikleri nasıl belirlenmeli?” bu başlıkların içi dolmalı! Dolmalı ki halka düşsün yaptığınız siyasetin kaymağı…
Malta’ya hiç gitmedim.
Ama gidenlerden, okuduklarımdan ve araştırmalardan anladığım şu: Malta bir “dil adası” olmayı başararak turizmde farklı bir hikâye yazdı.
Dili, ekonominin kalbine dönüştürdü. Yabancı öğrenciler için güvenli bir ortam sundu, kapısını açtı.
Ama o kapı sadece bir pansiyon kapısı değildi; bir evin kapısıydı.
İçinde sıcak bir çorba kokusu, sokakta bir “hello” tebessümü, paylaşılan bir kültür vardı.
O yüzden gelen turist değil, misafir oldu.
Giden de ülkesinde Malta’nın kültür elçisi.
Muğla da aynı yolu yürüyebilir.
Hatta doğası, tarihi, iklimiyle bu konuda Malta’dan çok daha şanslı.
Üniversiteleri, dil okulları ve yaz kamplarıyla Muğla’yı bir “öğrenme destinasyonu” haline getirmek zor değil.
Ama bunun için önce şu gerçeği kabul etmek gerekiyor:
Turizm tek başına yetmiyor, yönetim gerekiyor.
Malta’nın turizmdeki başarısının gölgesinde ciddi yerel yönetim sıkıntıları var.
Belediyeler bütçesiz, yetkiler karmaşık.
Bir sokakta çöp toplanıyor, yan sokakta günlerce kalıyor.
Yollar kazılıyor, kimin yapıp kimin tamir edeceği belli değil.
Tanıdık geldi mi?
Evet, bu satırlar sanki Muğla’dan alınmış gibi.
Bizde de tablo çok farklı değil.
Büyükşehir ile ilçe belediyeleri arasında sorumluluk ping pongu oynanıyor.
Vatandaş için fark etmiyor: “Yol bozuk, çöp toplanmamış.”
Kimin işi olduğunu değil, neden yapılmadığını soruyor.
Üstelik bir de kontrolsüz büyüme meselesi var.
Malta’da Airbnb ve kısa dönem kiralamalar kentin dokusunu bozmuş,
bizde Bodrum ve Marmaris kıyılarını beton sarmış.
Bir zamanlar “Ege’nin incisi” denilen yerlerde şimdi “trafik sıkışıklığı” ve “altyapı krizi” konuşuluyor.
Deniz mavi ama kanalizasyon siyasetten geçilmiyor.
Yani Malta’nın “beton ormanları” ile Muğla’nın “kıyı keşmekeşi” aynı kökten besleniyor:
plansızlık.
Ama her şey kayıp değil.
Muğla Malta’dan bir şey öğrenebilir:
Turizmi kalıcı hale getirmenin yolu “reklam” değil, hikâyedir.
Ve o hikâyeyi turist değil, yerel halk anlatır.
Eğer halk mutluysa, şehir de markadır.
Mutlu değilse, en iyi tanıtım filmi bile yetmez.
O yüzden Muğla’nın Malta’ya öykünmesi doğru ama eksiksiz olmalı.
Malta gibi bir dil ve kültür adası olabilir,
ama Malta’nın düştüğü yönetim hatalarına düşmemeli.
Yoksa biz de “herkesin konuştuğu ama kimsenin dinlemediği” bir şehir oluruz.
“Siyasetsizlik” hani şu teşhisi konan ama tedavisi henüz mümkün olmayan salgın böyle giderse buna da çok uzak değiliz!
Haydi selametle…

