Bazı fotoğraflar var, filtreyle değil, farkındalıkla çekilmeli.
Yoksa ortaya estetik bir kare değil, iç burkan bir tablo çıkıyor.
Muğla’da Cumhuriyet Balosu yapılmış.
Atatürk’ün ayakta bir fotoğrafı ortada, önünde poz vermek isteyenler sıralanmış.
Koyu takım elbiseler, kırmızı rujlar, zarif topuklular…
Cumhuriyet kadınları.
Ama nedense, Cumhuriyet’in kurucusunun önünü kapatıyorlar!
Bu halde gülümsemişler.
Ve sonra da “Cumhuriyet coşkusuyla” sosyal medyada paylaşmışlar.
Ertesi gün benzer bir manzara Valilik resepsiyonunda.
Vali, protokol, gazeteciler bu kez başka bir pano benzer mantık aynı karede fotoğraflar peşpeşe çekilmiş.
Halkın Atatürk’e yer açarak yanında olduğunu vurguladığı fotoğraflar var.
Fakat maalesef protokolün bazı üyeleri aynı yönde değil. İçlerinde önderinin önüne geçip poz verenler de var.
Anlamadım bu panolar oralara konulurken ‘Ata’ya saygı ‘ dersi mi verilmemiş ya da kullanım kılavuzunu mu unutmuşlar bu panoların? Okuma eksikliği var da nerede?
Bazen bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir derler.
Ama bu kareler, bin kelimeye değil, bir ülkenin vicdanına bedel.
Şimdi, bir adım geri çekilip bakalım tabloya.
Bir ülke düşünün, kurucusunu her fırsatta “Atam, izindeyiz” pankartlarıyla anar.
Ama o “iz”in nereye gittiğini bazen fark etmez.
Saygı, artık refleks değil, ritüel olmuş.
Oysa saygı, bir duruş biçimidir.
Bir selamın yönü, bir bakışın niyeti, bir cümlenin tonu.
Öğretilemez ki içten gelir.
Yani Atatürk’e sırtını dönüp fotoğraf çektirmek,
aslında fotoğrafta değil, şuurda çekilmiş bir kare.
“Abartmayın canım!” diyenler olacaktır.
Evet, belki kötü niyet yoktu.
Ama bazen saygısızlık, kötü niyetten değil, dalgınlıktan başlar.
Bir toplumun refleksleri köreldiğinde, önce saygı gider.
Sonra sıra her şeye gelir:
Kurala, emeğe, insana, geçmişe.
Biz o fotoğrafta “kötü niyet” aramadık.
Biz, saygıyı aradık.
Bulamayınca içimiz üşüdü.
Çünkü bir milletin karakteri, kriz anlarında değil,
kutlama anlarında belli olur.
Krizde herkes ciddidir, kutlamada kim olduğunu fark eder.
Bakın, Churchill Atatürk’ten “Yenildim ama küçülmedim” diye bahsetti.
Merkel Anıtkabir’de eğilip “Bir halkın onurunu yeniden yazdı” dedi.
Putin bile mozolenin önünde sustu.
Yani düşmanlar bile o adama saygı duydu.
Bizse 102 yıl sonra ne yapıyoruz?
Bir zamanlar “Atatürk’ün askeri” olmak onurdu.
Şimdi “Atatürk’ün önünde kadrajda çıkmak” marifet mi?
Aradaki fark, işte o kaybolan saygı refleksi.
Saygı, sadece anmak değildir.
Bir sessizliktir bazen.
Bir omuz hizası, bir bakış yönü, bir mesafe.
O mesafe kaybolduğunda,
sadece Atatürk’e değil, kendimize de uzaklaşırız.
Bu fotoğraflar bir “anı” değil, bir uyarıdır.
Diyor ki:
“Ben hâlâ buradayım. Ama siz, nereye bakıyorsunuz?”
Ve evet…
Belki o karede herkes güldü.
Ama o fotoğrafa bakınca
bizim içimiz ağladı.
Saygı bittiğinde, Cumhuriyet susar.
O yüzden, bir daha poz verirken değil, saygı duruşunda buluşalım.
Neden ? Çünkü;
Sırtını döndüğün fotoğrafta, bazen aydınlığı arkana, karanlığı önüne alırsın.
Hiç kuşkusuz çektirdiğiniz bu fotoğraflara tekrar bakarken lütfen, aynada vicdanınızın gözlerinize yansımasını da iyi okuyun.
Cumhuriyet yazarken “m” mi önde gelir yoksa “h” mi? Cevabı hemen buldun doğrusunu afişe işledin eyvallah!
“Atatürk yanımızda” demek için hazırlanan panolar önünde nasıl poz verilmeli ? Ata’ya saygı fotoğrafta nasıl durur? Tartışmasında neredesiniz? Sükut altındır evresinde mi?
Toplumsal saygı refleksinin bu denli azalmasının telafisi var mı? Ulusal medya şimdi buyur biraz da buradan yak! Bunu da okusun kamu vicdanın…
Haydi selametle…


